Karaciğer kanserinde ameliyat şansı olmayan hastalar için geliştirilen yeni tedavi kombinasyonu, tedavi alanında önemli bir dönüm noktası olarak görülüyor. Son yıllarda hepatoselüler karsinom (HCC) tedavisinde ameliyat mümkün olmayan hastaların tümörlerini küçültüp ameliyat şansı kazandırmaya yönelik çalışmalar artarken, araştırmacılar üçlü tedavi yaklaşımları ile umut verici sonuçlar elde ettiler. Üçlü kombinasyon; karaciğer arterine uygulanan kemoterapi (HAIC), bağışıklık sistemi kontrol noktası inhibitörü camrelizumab ve hedefe yönelik ilaç apatinib’in birlikte kullanılmasıyla oluşturuluyor. Bu yöntem sayesinde ilerlemiş ve cerrahi olarak çıkarılamayan tümörler, cerrahi müdahaleye uygun hale getirilebiliyor.
Dünyada hepatoselüler karsinom, geç evre teşhisi ve sınırlı tedavi seçenekleri nedeniyle en ölümcül kanser türlerinden biridir. Sistemik tedavilerde hedefe yönelik ilaçlar ile bağışıklık sistemini aktive eden immün tedaviler kullanılsa da, tümör küçültmede ve cerrahi şansının elde edilmesinde yetersiz kalmaktadır. Hepatik arter infüzyon kemoterapisi (HAIC), kemoterapi ilaçlarının karaciğerin damar sistemi üzerinden doğrudan uygulanmasını sağlayarak hem yüksek etki hem de daha az yan etki sunan lokal bir yöntem olarak öne çıkmıştır. Bu özelliğiyle tümör yükünü azaltmak için alternatif bir strateji olarak değerlendirilmiştir.
2021-2023 yılları arasında gerçekleştirilen tek kollu keşifsel klinik çalışmada toplam 19 hastada ilerlemiş, cerrahi olarak çıkarılamayan hepatoselüler karsinom teşhisi konuldu. Hastalar, aynı anda apatinib, camrelizumab ve HAIC’nin FOLFOX protokolü (oksaliplatin, lökovorin ve 5-florourasil içerir) ile uygulandığı 21 günlük döngülerle tedavi edildi. Bu sağlıklı kombinasyon terapisi maksimum sekiz döngüye kadar kullanılarak tümör küçülmesi amaçlandı. Stratejide lokal kemoterapiyle birlikte sistemik immün yanıt ve anjiyogenez inhibisyonu sağlanarak tümör üzerindeki direniş aşılmaya çalışıldı.
Çalışmanın dikkat çekici bir sonucu, hastaların yaklaşık %74’ünün tedavi sonrasında rezeke edilebilir (ameliyat edilebilir) hale gelmesiydi. Yani 19 hastanın 14’ünde tümörler cerrahi müdahaleye uygun olarak küçüldü veya iyileşti. Ameliyat olan 9 hastada ise tam olarak tümör çevresi temizlenerek kalıcı cerrahi hedefe ulaşıldı. Bu durum, invaziv cerrahinin kanser tedavisinde küratif (iyileştirici) amaçla uygulanabilmesini sağladı. Böylece tümörün radikal olarak çıkarılması mümkün oldu ki bu, hepatoselüler karsinomda nadiren karşılaşılan bir pozitif sonuçtur.
Ameliyat sonrası patologlar, çıkarılan tümör dokularında hastaların yaklaşık üçte birinde önemli hücresel yanıtlar tespit etti. İki hastada ise tamamen patolojik tam yanıt elde edildi; tümör hücreleri mikroskop altında dahi saptanamadı. Bu bulgu, radyolojik küçülmenin ötesinde kanserin mikroskobik seviyede de ortadan kaldırıldığını ve uzun vadeli sağkalım olasılığının yüksek olduğunu gösterdi. Ayrıca, tüm grupta objektif yanıt oranı %47, hastalık kontrol oranı ise %90 gibi etkileyici oranlara ulaştı. Bu rakamlar, tedaviye verilen güçlü tümör baskılayıcı tepkiye işaret ediyor.
Tedavi sürecinde yan etkiler yönetilebilir düzeyde seyretti; ancak hastaların %70’inden fazlası üçüncü derece veya daha yüksek yan etkilerle karşılaştı. En sık görülen yan etkiler karaciğer enzim yükselmeleri ve lenfosit sayısının artmasıydı. Neyse ki, yan etkiye bağlı ölüm vakası bildirilmedi. Bu durum, dikkatli klinik takip ve destekleyici tedavi ile yoğun ve karmaşık üçlü kombinasyonun hasta güvenliği açısından sürdürülebilir olduğunu ortaya koydu.
Bu kombinasyon tedavisinin bilimsel dayanağı, üç farklı mekanizmanın bir arada kullanılmasıdır. HAIC, kemoterapötik ilaçları tümörün damarlarına doğrudan ulaştırarak yüksek konsantrasyonda lokal hücre öldürücü etki sağlar. Apatinib, tümörün kan damarlarını oluşturan VEGFR-2 reseptörünü bloke ederek yeni damar oluşumunu engeller ve tümör beslenmesini keser. Camrelizumab ise bağışıklık sisteminin kanser hücrelerini tanımak ve yok etmek için kullandığı PD-1 yolunu bloke eder. Böylece tümör kanser hücrelerinin bağışıklıktan kaçmasına izin verilmez. Bu üçlü kombinasyon, tümörün kemorezistansını ve bağışıklık kaçışını önde gelen iki mekanizmayı aşmayı amaçlar.
Çalışmanın sonuçları, HAIC ile immünoterapi ve hedefe yönelik tedavilerin kombine kullanımının “konversiyon” yani ameliyat edilemez tümörleri ameliyat edilebilir hale getirme stratejisinde umut vadettiğini gösterdi. Her ne kadar henüz hastaların uzun vadeli sağkalım verileri mevcut olmasa da, tümör kontrolü ve cerrahi başarı oranları olumlu iken, bu yaklaşım yeni standart tedavi seçenekleri arasında yerini alabilir. Daha fazla sayıda, kontrollü çalışmalarda doz, uygulama sıklığı ve hasta seçimi iyileştirilerek optimize edilebilir.
Hepatoselüler karsinomun biyolojik yapısındaki karmaşıklık ve hastalar arasındaki yanıt farklılıkları, kişiye yönelik tedavilerin önemini vurgulamaktadır. Bu anlamda, lokal bölgesel tedavi, hedefe yönelik ilaç ve immünoterapinin entegre edilmesi, hastaya özel kanser tedavisi alanında yeni bir dönem açmaktadır. Maksimum tümör küçültme hedeflenirken, hastaların yaşam kalitesinin bozulmaması için dozlar ve tedavi aralıkları dikkatle ayarlanmalıdır.
Tedavi zamanlamasının önemi de bu çalışmada öne çıkıyor. Apatinib’in başlanmasının hemen ardından camrelizumab uygulaması ve sonrasında HAIC’in başlatılması, bağışıklık sistemini etkin biçimde harekete geçirip tümör mikroçevresini değiştirmekte kritik rol oynuyor. İlaçların farmakodinamik etkileri ve bağışıklık sistemi etkileşimleri üzerine yapılan planlama, tedavinin başarısını artıran temel etkenlerdir.
Tedavi için uygun altyapı gereksinimi de göz önünde bulundurulmalı. Karaciğer arterine kemoterapi verilmesi teknik açıdan karmaşık bir işlemdir ve bu nedenle interventional radyoloji alanında deneyimli merkezler gerektirir. Böyle merkezler, karmaşık kombine tedavileri hasta güvenliği ile gerçekleştirebilir ve böylece tedavinin yaygınlaşması sağlanabilir.
Bu tedavi stratejisi, şu anda sadece ileri evre cerrahi olarak çıkarılamayan hepatoselüler karsinom hastaları için geçerli olsa da, diğer katı tümörlerde benzer çoklu tedavi kombinasyonlarının geliştirilmesine de öncülük edebilir. Kanser tedavisinde “konversiyon terapisi” kavramı, hastalığın erken müdahalelerine kadar inilmeden daha ileri düzeylerde dahi cerrahi imkan yaratılması adına yeni bir cesaret işaretidir.
Özetle, FOLFOX tabanlı HAIC ile camrelizumab ve apatinib kombinasyonunun hepatoselüler karsinomda tedavi alanında devrim yaratıcı yönü vardır. Araştırmanın olumlu sonuçları, ileri evre ve ameliyat şansı olmayan hasta grubunda yaşam sürelerinin ve yaşam kalitesinin iyileşmesini sağlayabilecek yeni standartların önünü açabilir. Kanser araştırmacıları ve klinisyenlerin beklediği uzun dönem veriler ışığında, bu yenilikçi yaklaşım umut verici bir adım olarak kabul edilmektedir.
Araştırma Konusu: Konversiyon tedavisi olarak karaciğer arter infüzyon kemoterapisiyle birlikte bağışıklık kontrol noktası inhibitörü camrelizumab ve hedefe yönelik apatinib kullanılarak cerrahi olarak çıkarılamayan hepatoselüler karsinomda tümör küçültme stratejileri.
Makale Başlığı: Hepatic artery infusion chemotherapy combined with camrelizumab and apatinib as conversion therapy for patients with unresectable hepatocellular carcinoma: a single-arm exploratory trial.
Web References: https://doi.org/10.1186/s12885-025-14250-5
Doi Referans: 10.1186/s12885-025-14250-5
Resim Credits: Scienmag.com
Anahtar Kelimeler: ileri evre karaciğer kanseri tedavisi, hepatoselüler karsinom, karaciğer arter infüzyon kemoterapisi, immün checkpoint inhibitörleri, apatinib, camrelizumab, konversiyon terapisi, tümör küçültme, hedefe yönelik tedavi, FOLFOX protokolü, cerrahi tedavi, kombinasyon tedavi yaklaşımları.