Preoperatif Naples Skoru Oral Kanser Sağkalımını Öngörür

Oral kavite skuamöz hücreli karsinom (OKSKH), dünya genelinde yüksek morbidite ve mortalite oranlarıyla onkoloji alanında önemli bir zorluk olmaya devam etmektedir. Hastalığın seyrinin öngörülemez yapısı, özellikle cerrahi sonrası dönemde klinik karar verme süreçlerini yönlendirebilecek güvenilir prognostik araçlara olan ihtiyacı artırmaktadır. BMC Cancer dergisinde yayımlanan yeni bir çalışma, Naples Prognostik Skoru’nu (NPS) ön plana çıkarmakta ve OKSKH tedavisi gören hastaların sonuçlarının tahmininde devrim yaratabilecek bir biyobelirteç olarak dikkat çekmektedir.

Çalışma, 11 yıllık zaman diliminde Çin’in merkezi bir bölgesinde bulunan iki önemli tıp merkezinde cerrahi tedavi gören 589 hastanın retrospektif verilerini analiz etmiştir. Kapsamlı veri seti, demografik bilgiler ile tümör özelliklerinin yanı sıra preoperatif dönemde ölçülen çeşitli beslenme ve inflamatuar belirteçleri de içermektedir. Araştırmacılar, bu değişkenleri kullanarak preoperatif NPS’nin hem hastalıksız sağkalım (DFS) hem de genel sağkalım (OS) üzerine nasıl bir etkisi olduğunu ortaya koymayı amaçlamıştır.

Naples Prognostik Skoru, sistemik inflamatuar yanıtları ve beslenme durumunu yansıtan bileşik bir indeks olarak karşımıza çıkmaktadır. NPS; nötrofil-lenfosit oranı, serum albümin düzeyi ve kolesterol seviyesi gibi parametreleri içermekte ve hastanın biyolojik dayanıklılığı hakkında çok yönlü bir perspektif sunmaktadır. Birçok tümörde bu skorun prognostik değeri araştırılmış olmasına rağmen, OKSKH’deki önemi yeni yapılan bu çalışma ile detaylı şekilde ele alınmıştır.

Çalışmada univaryant ve multivaryant Cox regresyon analizleri kullanılmış ve cerrahi sınır durumu, extranodal uzanım (ENE), NPS, yaşa göre ayarlanmış Charlson Komorbidite İndeksi (ACCI) ve Amerikan Kanser Birliği (AJCC) evresi gibi bağımsız prognostik faktörler belirlenmiştir. Bu faktörler arasında NPS, hem DFS hem de OS için güçlü ve bağımsız bir belirleyici olarak öne çıkmış ve klinik uygulamalarda risk sınıflandırması için önemli bir araç olarak gösterilmiştir.

Özellikle yüksek NPS skorlarının kötü sağkalım sonuçları ile güçlü pozitif korelasyonu dikkat çekmektedir. Bu ilişki, sistemik inflamasyonun tümörün agresifliğini artırması ve beslenme yetersizliğinin hastanın cerrahi sonrası direnç gücünü azaltması gibi iki yönlü etkisini ortaya koymaktadır. NPS aracılığıyla bu riskin niceliklendirilmesi, tekrar eden hastalık veya mortalite riski yüksek bireylerin tespitinde klinisyenlere rehberlik edebilir.

Araştırmanın bir diğer önemli boyutu, adjuvan radyoterapinin sağkalımı iyileştirmedeki rolüne ilişkin bulgulardır. Kaplan-Meier analizleri, ileri evre hastalığı (AJCC evre III-IVb) olan ve orta-yüksek NPS (1-4 arası skorlar) grubundaki hastaların cerrahi sonrası radyoterapiden anlamlı derecede fayda sağladığını göstermiştir. Bu önemli bulgu, NPS’nin sadece prognostik değil aynı zamanda terapötik kararların kişiselleştirilmesinde de kullanılabileceğine işaret etmektedir.

Buna karşın, erken evre tümörlü (AJCC evre I-II) veya sıfır NPS skoruna sahip hastalarda adjuvan radyoterapinin sağkalımda belirgin bir iyileşme sağlamadığı gözlemlenmiştir. Bu durum, bu hasta grubunda gereksiz tedavi uygulanmasının önüne geçilmesi gerektiğini ve tedavi rejimlerinin kişiselleştirilmesinin önemini bir kez daha vurgulamaktadır. NPS’nin klinik algoritmalara dâhil edilmesi, tedavi etkinliğini artırırken gereksiz yan etki ve morbiditeyi azaltabilir.

NPS dışında ECOG Performans Durumu ve ACCI gibi diğer prognostik belirteçlerin birlikte değerlendirilmesi, sağkalım tahminlerinin doğruluğunu artırmaktadır. ECOG, hastanın fonksiyonel kapasitesini ölçerken, ACCI komorbiditelerin etkisini ortaya koyar. Bu parametrelerin entegre edilmesi, tümör biyolojisinin ötesinde hastanın genel dayanıklılığı hakkında zengin bir bağlamsal bilgi sunmakta ve onkolojide giderek daha fazla benimsenen bütüncül yaklaşımı desteklemektedir.

Çalışmanın güçlü yönlerinden biri, geniş ve iyi tanımlanmış hasta popülasyonu ile uzun dönem sağkalım verilerinin kapsamlı analizlere dâhil edilmesidir. On bir yıllık veri toplama dönemi, sonuçların güvenilirliğini artırmakta ve prognostik analizlere derinlik kazandırmaktadır. Ayrıca, kullanılan istatistiksel modellerin titizliği elde edilen sonuçların bilimsel dayanıklılığını pekiştirmektedir.

Elde edilen bulgular, NPS’nin preoperatif değerlendirmelerde rutin olarak kullanımının entegrasyonunu desteklemektedir. Bu yaklaşım, risk gruplarının doğru sınıflandırılmasını kolaylaştırarak cerrahlar ve onkologlar için adjuvan tedavi gerekliliği ve yoğunluğu konusunda daha bilinçli kararlar almaya olanak tanıyacaktır. Ayrıca, yüksek riskli hastalarda daha yakın postoperatif takip ve erken müdahale fırsatları yaratabilir.

Çalışma, OKSKH’nin biyolojik progresyon mekanizmalarını anlamada da önemli bir katkı sağlamaktadır. NPS bileşenleri aracılığıyla sistemik inflamasyonun tümör mikroçevresini nasıl etkilediği, anjiogenez, bağışıklık sisteminden kaçış ve metastaz süreçlerini nasıl desteklediği giderek netleşmektedir. Beslenme durumu ise bağışıklık fonksiyonları ve yara iyileşmesinde kritik olduğundan, preoperatif dönemde bu unsurları iyileştirmeye yönelik stratejiler hasta prognozunu olumlu etkileyebilir.

NPS’nin klinik uygulamaya dahil edilmesinin pratik faydaları özellikle kaynakların sınırlı olduğu bölgelerde anlam kazanmaktadır. Bu skor, yaygın olarak yapılan laboratuvar testleri ile elde edilebilen maliyet-etkin ve erişilebilir bir risk sınıflandırma aracı olarak ön plana çıkmaktadır. Böylece, tedavi planlamasında kişiselleştirme artarken sağlık sisteminde gereksiz kaynak kullanımının önüne geçilebilir.

Gelecekteki araştırmalara ışık tutan bu çalışma, farklı popülasyonlarda NPS’nin prospektif olarak doğrulanmasını ve NPS bazlı beslenme ve antiinflamatuar müdahalelerin etkinliğinin araştırılmasını teşvik etmektedir. Ayrıca, NPS’nin moleküler ve genetik biyobelirteçlerle entegrasyonunun prognostik modelleri nasıl daha da hassaslaştırabileceği önemli bir araştırma konusu olarak önümüzde durmaktadır.

Xu, Wu ve Cheng tarafından sunulan bu etkileyici bilimsel çalışma, OKSKH’de preoperatif onkolojik değerlendirme standartlarını yükseltmektedir. Sistemik inflamatuar belirteçlerle geleneksel klinik parametrelerin birleşimi, hastaların klinik seyirlerini daha başarılı şekilde tahmin eden ve tedavileri bireyselleştiren güçlü araçlar geliştirilmesinde örnek teşkil etmektedir.

Sonuç olarak, Naples Prognostik Skoru, oral kavite skuamöz hücreli karsinom yönetiminde hayati bir prognostik gösterge olarak ortaya çıkmaktadır. Klinikte benimsenmesi, prognoz ve tedavi kararlarının hassasiyetini artırarak hastaların yaşam süresi ve yaşam kalitesinin iyileştirilmesini hedeflemektedir.

**Araştırma Konusu**: Prognostik değeri yüksek olan preoperatif Naples Prognostik Skoru’nun oral kavite skuamöz hücreli karsinom cerrahisinde hastalıksız sağkalım ve genel sağkalım tahminindeki rolü.

**Makale Başlığı**: Prognostic significance of preoperative Naples prognostic score for disease-free and overall survival in oral cavity squamous cell carcinoma post-surgery

**Web References**: https://doi.org/10.1186/s12885-025-14146-4

**Doi Referans**: https://doi.org/10.1186/s12885-025-14146-4

**Resim Credits**: Scienmag.com

**Anahtar Kelimeler**: oral kavite skuamöz hücreli karsinom, Naples Prognostik Skoru, prognostik belirteçler, hastalıksız sağkalım, genel sağkalım, inflamasyon ve kanser, beslenme durumu, nötrifil-lenfosit oranı, cerrahi tedavi sonuçları, adjuvan radyoterapi, sistemik inflamatuar yanıt, klinik risk stratifikasyonu

0 Votes: 0 Upvotes, 0 Downvotes (0 Points)

Leave a reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Onkolojideki En Yeni ve Önemli Gelişmeleri Kaçırmayın

E-posta yoluyla paylaşımlarınızı almak için onay veriyorum. Daha fazla bilgi için lütfen Gizlilik Politikamızı inceleyin.

Loading Next Post...
Takip Et
Search
ŞU ANDA POPÜLER
Loading

Signing-in 3 seconds...