Düşük Kas Kütlesinin Robotik Mide Cerrahisi Sonuçlarına Etkisi

Gastrik kanser tedavisinde robotik radikal cerrahi son yıllarda büyük önem kazanmış ve hassasiyet ile minimal invaziv avantajlarıyla öne çıkmıştır. Ancak, cerrahi başarının ötesinde hastaların genel fizyolojik durumları da tedavi sonuçlarını doğrudan etkilemektedir. Yakın zamanda BMC Cancer dergisinde yayımlanan kapsamlı bir retrospektif kohort çalışması, robotik radikal gastrik kanser ameliyatı geçiren hastalarda düşük iskelet kas kütlesi (sarkopeni) ve azalmış kas kalitesi (miyosteatozis) gibi önemli iki fiziksel faktörün klinik sonuçlar üzerindeki etkisini ortaya koymuştur.

Sarkopeni, iskelet kas indeksinde (SMI) anlamlı azalma olarak tanımlanırken; miyosteatozis ise kas dokusu içerisinde yağ infiltrasyonunun artması ve buna bağlı olarak iskelet kas radyodensitesinin (SMD) düşmesiyle karakterize edilir. Kanser hastalarında bu iki durumun genel olarak kötü prognozlarla bağlantılı olduğu bilinmekle birlikte, robotik gastrik kanser cerrahisindeki etkileri uzun süredir netleşmemiştir. İşte bu çalışmanın ortaya koyduğu sonuçlar, bu soruya cevap niteliğindedir.

Araştırmada, Aralık 2019 ile Ekim 2022 tarihleri arasında robotik radikal cerrahiyle gastrik kanser tedavisi gören 381 hasta yer aldı. Preoperatif dönemde çekilen bilgisayarlı tomografi (BT) taramaları kullanılarak hastaların iskelet kas kütlesi ve radyodensitesi detaylı biçimde ölçüldü. Böylece, non-invaziv yöntemlerle sarkopeni ve miyosteatozis varlığı objektif ve nicel olarak belirlenmiş oldu. Bu yöntemler, BT’nin tümör evrelemenin ötesinde kas morfolojisi değerlendirmesinde de fark yaratabileceğini göstermektedir.

Hasta popülasyonunun yaş ortalaması 58,5 olup; erkek hastalar yaklaşık %70 oranında ağır basmaktaydı. Bu sağlam demografik yapı ve yüksek hasta sayısı, çalışmanın bulgularını güçlendirmekte ve gerçek dünya uygulamaları için önemli veri sağlamaktadır. Etkileyici olan ise düşük kas kütlesi veya kas radyodensitesi olan hastalarda postoperatif komplikasyonların belirgin şekilde arttığının saptanmasıdır.

Araştırma sonuçları, düşük SMI veya SMD’ye sahip hastaların normal değerleri olanlara göre komplikasyon yaşama riskinin yaklaşık 2,5 ila 3 kat daha fazla olduğunu ortaya koydu. Bu ilişkiler, diğer klinik faktörlerden bağımsız olarak gerçekleşmiş olup, düşük kas kütlesinin ve kas kalitesinin cerrahi sonrası komplikasyonlarda bağımsız ve güçlü prognostik faktörler olduğunu göstermektedir. Ayrıca, bu durum hastaların yoğun bakım ünitesine plansız kabul oranlarını ve 30 günlük ölüm oranlarını da önemli ölçüde artırmıştır.

Daha da endişe verici olan ise sarkopeni ile miyosteatozisin birlikte bulunduğu hastalarda komplikasyon riski ve 30 günlük mortalitenin katlanarak artmasıdır. Araştırmada, bu iki durumun birleşimi bazı hastalarda 30 günlük ölüm riskini neredeyse 10 kat artırarak mortaliteyi dramatik biçimde yükseltmektedir. Bu bulgu, kas kütlesi ve kalitesinin birlikte değerlendirilmesinin klinik risk stratifikasyonu için ne kadar kritik olduğunu vurgulamaktadır.

Çalışma yalnızca kısa dönem sonuçlarla sınırlı kalmayıp, uzun dönem sağkalım verilerini de değerlendirdi. Hem kas kütlesi hem de radyodensitesi düşük olan hastaların takip sürecinde mortalite riskinin yaklaşık 3 kat arttığı belirlendi. Bu da düşük kas kütlesi ve kalitesinin sadece cerrahi başarısızlığı değil, aynı zamanda hastaların genel yaşam süresi üzerinde de kalıcı olumsuz etkiler taşıdığını göstermektedir.

Bu bulgular ışığında, preoperatif dönemde rutin BT taramaları ile hastaların kas kütlesi ve radyodensitesi değerlendirilerek yüksek riskli hasta gruplarının erken belirlenmesi mümkün hale gelmektedir. Böylelikle, cerrahi planlama sırasında riskli hastalar için özel önlemler alınabilir, örneğin cerrahi öncesi beslenme desteği, fiziksel rehabilitasyon veya farmakolojik müdahalelerle perioperatif bakım optimize edilebilir. Bu yaklaşımlar, komplikasyon oranlarını azaltmayı ve hastaların genel durumunu iyileştirmeyi hedeflemektedir.

Teknik açıdan ele alındığında, çalışmada kullanılan gelişmiş görüntü analizi yöntemleri BT’de kas morfolojisinin ölçülmesine olanak sağlamakta ve böylece geleneksel tümör evrelemesinin çok ötesine geçen bir hasta değerlendirmesi ortaya koymaktadır. Bu yöntemler, onkolojik cerrahide yeni standartlar belirleyebilecek nitelikte olup kas sağlığını da cerrahinin olmazsa olmaz bir parametresi haline getirmektedir.

Çalışmada multivaryant regresyon ve propensity score matching gibi istatistiksel teknikler kullanılarak, kas kütlesi ve kalitesinin kötü cerrahi sonuçlarına bağımsız etkileri ortaya konmuştur. Bu metodolojik titizlik, sarkopeni ve miyosteatozisin olumsuz etkileri üzerinde güçlü bir nedensellik ilişkisi olduğunu desteklemektedir. Böylece, bu veriler klinik uygulamaya doğrudan aktarılabilecek sağlam kanıtlar sunmaktadır.

Robotik cerrahi teknolojilerindeki gelişmelere rağmen, araştırma biyolojik bütünlüğün korunmasının önemini bir kez daha hatırlatmaktadır. Sadece prosedürün teknik mükemmeliyeti değil, hastanın kas kemik yapısının ve genel fizyolojik durumunun da ameliyat başarısını belirleyen temel unsurlar arasında olduğu vurgulanmaktadır. Bu yaklaşım, multidisipliner ve hasta merkezli tedavi paradigmasına uyum sağlamaktadır.

Geleceğe dönük olarak, sarkopeni ve miyosteatozis gibi kas sağlığı bozukluklarının cerrahi öncesi dönemde tespit edilerek geri döndürülebilmesine yönelik prehabilitasyon programları oluşturmak sağlık bakımında çığır açacak potansiyele sahiptir. Bu alan üzerine yapılacak klinik girişimler, robotik cerrahinin sunduğu teknik avantajlarla hastaların fizyolojik dayanıklılığını artırarak daha iyi uzun dönem sonuçların elde edilmesini mümkün kılabilir.

Aynı zamanda kas kaybı ile cerrahi riskler arasındaki mekanizmanın anlaşılmasına dair soru işaretleri, inflamasyonun kronik özellikleri, metabolik bozukluklar ve bağışıklık sistemi zayıflığının rol oynadığı hastalık süreçlerinin dikkatle incelenmesini gerekli kılmaktadır. Bu patofizyolojik mekanizmaların çözülmesi, kas kütlesi restorasyonunun ötesine geçen yeni tedavi stratejilerinin geliştirilmesine olanak tanıyabilir.

Sonuç olarak, robotik radikal gastrik kanser cerrahisi öncesinde kas kütlesi ve radyodensitesinin değerlendirilmesi, sadece onkolojik cerrahinin teknik başarısını değil aynı zamanda ameliyat sonrası komplikasyonlar, mortalite ve sağkalım gibi geniş klinik sonuçları etkileyen önemli bir parametre olarak kabul edilmelidir. Böylece, kişiselleştirilmiş tıp yaklaşımıyla hastaya özgü riskler önceden tahmin edilebilir ve daha etkin tedavi planları yapılabilir.

Robotik cerrahi uygulamaları dünya genelinde artmaya devam ederken, bu ve benzeri araştırmalar hastaların sadece hastalık odaklı değil, bütüncül değerlendirilmesine duyulan ihtiyacı da ortaya koymaktadır. Modern teknoloji ile hastanın biyolojik profilinin sentezlenmesi, onkolojik cerrahide yeni bir dönemin başlangıcı olma yolundadır.

**Araştırma Konusu**:
Düşük iskelet kas kütlesi (sarkopeni) ve kas radyodensitesinin (miyosteatozis) robotik radikal gastrik kanser cerrahisi sonrası klinik sonuçlar üzerindeki etkisinin incelenmesi.

**Makale Başlığı**:
Association of low skeletal muscle mass and radiodensity with clinical outcomes in patients undergoing robotic radical gastric cancer surgery: a population-based retrospective cohort study

**Web References**:
https://doi.org/10.1186/s12885-025-14156-2

**Doi Referans**:
https://doi.org/10.1186/s12885-025-14156-2

**Resim Credits**:
Scienmag.com

**Anahtar Kelimeler**:
gastrik kanser, sarkopeni, miyosteatozis, iskelet kas indeksi, iskelet kas radyodensitesi, robotik cerrahi, postop komplikasyonlar, mortalite, preoperatif risk değerlendirmesi, bilgisayarlı tomografi, klinik sonuçlar, onkolojik cerrahi

0 Votes: 0 Upvotes, 0 Downvotes (0 Points)

Leave a reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Onkolojideki En Yeni ve Önemli Gelişmeleri Kaçırmayın

E-posta yoluyla paylaşımlarınızı almak için onay veriyorum. Daha fazla bilgi için lütfen Gizlilik Politikamızı inceleyin.

Loading Next Post...
Takip Et
Search
ŞU ANDA POPÜLER
Loading

Signing-in 3 seconds...