Bilim dünyasında nöro-onkoloji alanında çığır açan bir gelişme yaşandı. Johns Hopkins Kimmel Kanser Merkezi öncülüğünde; Memorial Sloan Kettering, Dana-Farber, MD Anderson ve MIT Koch Enstitüsü gibi prestijli kurumların iş birliğiyle gerçekleştirilen çalışmada, glioblastoma tümörlerinde küçük stereotaktik iğne biyopsileriyle elde edilen doku örneklerinden klasik yöntemlerin çok ötesinde önemli moleküler ve hücresel bilgiler edinilebileceği gösterildi. Özellikle beyin kanserinin en agresif ve ölümcül türlerinden biri olan glioblastoma, karmaşık biyolojisi nedeniyle uzun zamandır klinisyenlerin üzerinde çalışırken zorlandığı bir alan olmuştur. Bu yeni yöntemler, minimal sayıda alınan doku parçalarının bile tümörün moleküler haritasını detaylı şekilde çıkarmaya olanak tanıyarak tedavi yaklaşımlarında devrim yaratma potansiyelini taşıyor.
Araştırma, 28 Nisan 2025 tarihli Nature Communications dergisinde yayımlandı ve Break Through Cancer desteğiyle gerçekleştirildi. Geleneksel olarak glioblastoma hastalarından alınan doku örnekleri, genellikle tanısal amaçlarla sınırlı kaldı ve detaylı moleküler analizlere olanak tanımadı. Ancak yeni çalışma, tek hücre RNA dizilemesi, transkriptomik, metabolomik, proteomik ve kapsamlı bağışıklık profillemesi gibi çok ileri laboratuvar tekniklerinin küçük biyopsiler üzerinde uygulanabildiğini kanıtladı. Bu çok boyutlu analizler sayesinde tümörün sadece kanser hücreleri değil, aynı zamanda tümör mikroçevresindeki bağışıklık hücrelerinin varlığı, etkileşimleri ve kanserin metabolik rejimindeki uyum sağlama mekanizmaları da ayrıntılı olarak ortaya kondu.
Glioblastoma tümörü örneklerini elde etmek için kullanılan stereotaktik iğne biyopsisi, geleneksel olarak az sayıda ve sınırlı zaman diliminde uygulanabilen bir cerrahi işlemdir. Sedasyon gerektiren ve cerrahi riskler taşıyan bu yöntem, çoğunlukla tanı konulduğunda veya tedavi tamamlandığında bir veya iki defa ile sınırlandırılmıştır. Ancak yeni protokolde, biyopsi sırasında tümöre doğrudan onkolitik virüs enjekte edilerek hem tümör hücrelerinin seçici olarak yok edilmesi hem de o sırada alınan doku örneklerinin kapsamlı moleküler analiz için kullanılması hedefleniyor. Böylece cerrahi işlem, tedavi ve araştırma açısından çift amaçlı hale getirilerek hasta üzerindeki müdahalenin değerini maksimuma çıkarmaktadır.
Bu yenilikçi çalışma, glioblastomanın heterojen yapısının ayrıntılı analizindeki yetenekleri ön plana çıkarmıştır. Kanser hücreleri arasında büyük çeşitlilik olması, tedaviye karşı direnç gelişiminde önemli bir faktördür. Tek hücre RNA dizilimi yoluyla tümör içindeki farklı hücre alt gruplarının gen ekspresyon profilleri detaylı bir şekilde çözülmüş; böylece hangi hücrelerin tedaviye duyarlı, hangilerinin dirençli olduğu ortaya çıkarılmıştır. Bu ayrıntı, hastaya özgü tedavi planlarının oluşturulması ve tedavi sürecinde tekrarlanan biyopsiler ile bu stratejilerin dinamik olarak yeniden şekillendirilmesine olanak sağlamaktadır.
Transkriptom verilerine ek olarak metabolomik ve proteomik analizler, tümörün büyümesini sağlayan biyokimyasal yolları anlamada kritik rol oynamaktadır. Küçük doku parçalarında bulunan metabolitlerin ve proteinlerin detaylı haritalanması ile hastalığı destekleyen metabolik ağlar tanımlanmış ve potansiyel terapi hedefleri belirlenmiştir. Bu çok boyutlu veriler, standart histopatolojik incelemelerin çok üzerinde, tümör fizyolojisine kapsamlı bakış açısı sunmaktadır.
Araştırmanın bir diğer önemli ayağı da bağışıklık profilidir. Glioblastomanın bağışıklık sistemi üzerinde baskılayıcı bir etkisi bulunmakta ve bu durum immünoterapilerin etkinliğini azaltmaktadır. Biyopsi doku örneklerinde bulunan bağışıklık hücre tipleri ve özellikleri detaylandırılarak, tümörün bağışıklık ortamını modüle etmek üzere yeni tedavi stratejileri geliştirmenin yolu açılmıştır. Bağışıklık sisteminin bu karmaşık dinamiklerinin anlaşılması, mevcut tedavi sınırlarını aşmada kritik öneme sahiptir.
Çalışmanın en yenilikçi yönlerinden biri de hastadan alınan doku örneklerinin fare modellerine nakledilmesidir. Bu hasta kaynaklı tümör xenograft modelleri, klinik ortamı yüksek düzeyde taklit ederek tümörün evrimini ve çeşitli tedavilere yanıtını uzun dönem takip etme imkanı sağlar. Böylece yeni tedavi yöntemleri güvenli ve kontrollü bir deneysel ortamda test edilerek klinik uygulamalara daha hızlı ve etkili şekilde taşınabilir.
Johns Hopkins Kimmel Kanser Merkezi Beyin Kanseri Grup Eş Direktörü Dr. Matthias Holdhoff, glioblastoma tedavisindeki acil ihtiyaçlara dikkat çekerek, “Onkolojideki en büyük hedeflerden biri, bazı tedavilerin neden başarılı olurken çoğunun başarısız kaldığını anlamaktır. Bu ancak tümör biyolojisinin derinlemesine öğrenilmesiyle mümkün olabilir” değerlendirmesinde bulunmuştur. Bu sözler, biyopsi materyalinin ileri moleküler analizlerinin kişiye özel tıp alanında oynayacağı kritik rolü gözler önüne sermektedir.
Öte yandan Metastatik Beyin Tümörü Merkezi Direktörü Dr. Chetan Bettegowda, bu çalışmanın klinik yaklaşımlardaki eski varsayımları sorguladığını belirtmiştir. Dr. Bettegowda, “Tekrarlayan biyopsiler daha önce çoğunlukla riskler ve klinik faydalarının sınırlı olması nedeniyle tercih edilmemekteydi. Bizim bulgularımız ise her biyopsinin yeni ve uygulanabilir veriler sağladığını göstermektedir” diyerek, biyopsilerin sadece beyin kanserlerinde değil diğer katı tümörlerde de hasta yönetiminde önemli yerinin olduğunu vurgulamıştır.
Bu araştırmanın geniş çaplı iş birliği yapısı, elde edilen metodolojinin prototip olarak kullanılıp daha da geliştirilmesi ve klinik protokollere hızla entegre edilmesi adına kritik bir adımdır. Johns Hopkins dışında Memorial Sloan Kettering, Dana-Farber, MD Anderson ve MIT Koch Enstitüsü gibi alanında lider merkezler, ileri analiz platformlarının oluşturulması ve bilgi paylaşımı konusunda birlikte çalışmaktadır.
Sadece glioblastoma araştırmalarında değil, onkoloji sahasında genel anlamda da bu çalışma, küçük biyopsilerden elde edilen çoklu ‘omics’ analizlerin hastalık takibini dinamik ve tekrarlanabilir hale getirebileceğini göstermektedir. Böylece tedavi müdahaleleri hastanın hastalık durumu ve tümör evrimine göre özelleştirilebilecek ve sürekli optimize edilebilecektir.
Onkolitik virüs enjeksiyonunun biyopsi esnasında uygulanması ve buna eş zamanlı olarak kapsamlı moleküler profil çıkarılması, klinik süreçlerde hasta üzerindeki yükü azaltırken aynı zamanda hem terapötik hem de bilimsel açıdan önemli kazanımlar sağlamaktadır. Bu çift yönlü yaklaşım, çeviri tıpta en etkili biçimde dönüştürücü bir yenilik örneği oluşturmaktadır.
Yapılan bu çalışma, heterojenliği ve tedavi direncini yüksek düzeyde barındıran beyin tümörleri başta olmak üzere pek çok kanser türü için kişiye özel, adaptif tedavilerin geliştirilmesini hızlandıracak; tekrarlayan biyopsilerin artık sadece güvenli değil, aynı zamanda hastanın tedavi yönetiminde vazgeçilmez bir parça haline gelmesini sağlayacaktır. Böylece minimal doku örnekleriyle kanserde yapabileceklerin sınırları yeniden çizilecektir.
Araştırma Konusu:
Glioblastoma tümör biyolojisi ve küçük iğne biyopsilerinden elde edilen çoklu omik analizler yoluyla moleküler karakterizasyonun geliştirilmesi ve onkolitik viral terapinin entegrasyonu.
Makale Başlığı:
Integrated Multi-Omics Analysis of Glioblastoma Needle Biopsies Reveals Novel Insights into Tumor Biology and Therapeutic Vulnerabilities
Haberin Yayın Tarihi:
28 Nisan 2025
Web References:
Johns Hopkins Kimmel Cancer Center: https://www.hopkinsmedicine.org/kimmel_cancer_center/
Nature Communications makale sayfası: https://www.nature.com/articles/s41467-025-58452-8
Anahtar Kelimeler:
Glioblastoma, beyin kanseri, iğne biyopsisi, tek hücre RNA dizilemesi, transkriptomik, metabolomik, proteomik, bağışıklık profillemesi, onkolitik virüs, hasta kaynaklı ksenogreft, tümör mikroçevresi, kişiye özel onkoloji